ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
PERTEV’İN HOCA NEŞ’ET BİYOGRAFİSİ1
Doç. Dr. Ekrem BEKTAŞ
Harran Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
CBÜ SOSYAI, BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 2011 Cilt :9 Savı :2
ÖZET
Hoca Neş ’et, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın ilk çeyreği arasında İstanbul’da yaşamış, devrinin önemli muallim ve şairlerinden biridir. Neş ’et, ömrünü insan yetiştirmeye vakfetmiş bir şahsiyetdir. Molla Gürânî’deki konağını bir okul gibi öğrencilerin hizmetine sunan Hocanın etrafında edebî bir muhit oluşmuştur. Bu yazıda, söz konusu edebî muhitin en gözde öğrencisi ve şairi Pertev’in hocası Hoca Neş’et’in hayatı hakkında yazdığı biyografi üzerinde durulacak ve bazı değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hoca Neş ’et, Pertev, biyografi, dibace
PERTEV’S HOCA NES’ET BIOGRAPHY ABSTRACT
Hoca Neş’et, lived in Istanbul between the second half of the XVIII. century and the first quarter of the XIX. century, is one of the important teacher and poets in his era. Neş ’et is a person who devoted his life to cultivate people. There had been a literary entourage around the Hoca that offered his mansion in Molla Güranî as a school to the students ’ service. In this paper, the biography of Neş ’et Hoca that is written by his student Pertev who was the most popular student in related literaty entourage will be focused on and some evaluations will be made.
Keywords: Hoca Nes ’et, Pertev, biography, preamble
Hoca Neş’et, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın ilk çeyreği arasında İstanbul’da yaşamış, devrinin önemli bir şairi, muallimi ve şahsiyetidir. (Oğraş: 1991; Genç: 1996; Güzelyüz: 1997; Canım: 1995; Pala: 2007, 159-164) Kaynaklarda “kaht-ı ricâl” yani “yetişmiş devlet adamı kıtlığı” olarak adlandırılan bir dönemde, Hoca Neş’et ömrünü insan yetiştirmeye vakfetmiştir. Dolayısıyla şairliğinden ziyade hocalığı, renkli kişiliği ve öğrencilerine yazdığı mahlas-nâmelerle tanınan Hoca Neş’et’in etrafında bir edebî muhitin oluştuğu bilinmektedir. Bu yazıda, söz konusu edebî muhitin en gözde öğrencisi ve şairi olan Muvakkit-zâde Muhammed Pertev’in (Bektaş: 2007) hocası Hoca Neş’et hakkında kaleme aldığı biyografi üzerinde durulacak ve şairin gerek Divânı’ndaki beyitler gerekse diğer eserlerindeki bilgilerle desteklenecektir.
16 yaşından itibaren Hoca Neş’et’in edebî muhitine dâhil olan Pertev, hocası ölünceye kadar onun edebî çevresinden ayrılmamıştır. Pertev, 45 yıl boyunca hocasına hizmet ettiğini ve bu hizmetinden dolayı parmakla gösterildiğini şu beyitle bildirmektedir:
Bâ-husûs ‘abd-i ‘inâyet-dîdesi kırk beş sene Fahr-i ‘abdiyyet ile oldum müşârün bi’l-benân (Bektaş: 2007, 689)
Böylesine uzun bir süre hoca-öğrenci (usta-çırak) ilişkisi devam eden birinin hocası hakkındaki kanaatleri elbette olumlu hatta bunun ötesinde mübalağa derecesinde olabilir. Bu yüzden Muallim Naci (1986: 78) Hoca Neş’et için “...kendini beğenmişlik tesiriyle aleyhinde söz söyleyen olmazdı. Bilakis daima tam bir saygı ile övgüde bulunurlardı.” ifadesini kullanır.
Pertev, Divânının muhtelif beyitlerinde hocasının kendisi üzerindeki hakkını, emeğini kısacası hocasından nasıl etkilendiğini çok açık bir şekilde ifade ve bu vesile ile hocasına dua eder:
Teveccüh-i dil-i üstâddan alup Pertev Baña bu feyz-i sühan andan iktisâb iledür (Bektaş: 2007, 225)
(Üstadın gönül teveccühünden ışık alıp, bu şiir söyleme feyzi ondan bana kalmadır.)
Eylesün yâ Hazret-i Neş’et seni Hak ber-devâm
Şâ‘ir-i hoş-lehce-i mu’ciz-hitâb itdüñ beni (Bektaş: 2007, 475)
(Ey Hz. Neş ’et! Allah sana uzun ömürler versin. Beni mucize hitablı hoş bir şair ettin.)
Cenâb-ı Neş’et^ eksükligin göstermesün Rabbüm Ki Pertev sâyesinde ‘izz ü şân u nâm buldum ben (Bektaş: 2007, 380) (Rabbim Hz. Neş ’et ’in eksikliğini göstermesin. Çünkü Pertev, onun sayesinde izzet, şan ve şöhret sahibi oldu.)
Cenâb-ı Neş’et^ feyziyle buldı gün gibi şöhret Ki Pertev almağa anuñ medârı var benüm yokdur (Bektaş: 2007, 186) (Hz. Neş ’et ’in feyziyle Pertev ’in güneş gibi şöhreti her tarafa yayıldı. Onun Pertev (ışık) almağa medarı var, benim yoktur.)
Hazret-i Neş’et-i üstâd-ı cihân sağ olsun
Cümle şâkirdine himmetlü ‘inâyetludur (Bektaş: 2007, 181)
(Herkesin üstadı Hz. Neş ’et sağ olsun, bütün öğrencilerine himmet edip yardım eder.)
Bâ-husûs ‘abd-i kerem-dîdeleri hakkında
Nazar-ı lutf-i kerîmâneleri nîkûdur (Bektaş: 2007, 181)
(Özellikle kendisinden çokça ikram görmüş ben kulu hakkındaki lutfu çok iyidir.)
Pertev, şiir alanındaki başarısını da hocasına borçlu olduğunu dile getirir ve bununla övünür:
Pertev alalı sâye-i Neş’et’de husûsâ
Çün mihr-i semâ kevkebe-i kerr ü ferüm var (Bektaş: 2007, 179) (Özellikle Neş’et’in sayesinde (ondan aldığım ders ve ilhamla) göğün güneşi gibi vurup kaçan yıldızım var.)
Vâlâ himemiyle tokuz eflâke sığışmam
Fahr eylerisem var yeri gönlinde yerüm var (Bektaş: 2007, 179)
(Onun yüce himmetiyle dokuz felege sığmam. Ancak onun gönlünde yerim var. Bu yüzden övünürsem yeridir.)
Feyz-yâb-ı sühan-i Hazret-i Neş’et olalı
Şimdi Pertev dahi haddince sühan-dânlık ider (Bektaş: 2007, 184) (Hazret-i Neş ’et ’in sözlerinden feyizlendiğinden beri Pertev, kendince şairlik iddiasında bulunur.)
Cenâb-ı Neş’et-i âgâh-dilden Pertev âsâ hiç
Senün şâyeste-i tahsîn ü şâ-bâş oldığun var mı (Bektaş: 2007, 487)
(Kalp gözü açık, saygın Neş ’et ’in ihsanına Pertev gibi mazhar olmuş mutlu kimse var mı?)
Pertev, 1200H/1785M yılında Hoca Neş’et’in Divânını tertib ve tebyiz (müsveddeleri temize geçirme) ederek hocasının o tarihe kadarki hayat hikâyesini anlattığı bir dibace kaleme alır.2 Söz konusu bu dibacedeki bilgiler ilk ve birinci elden olması hasebiyle, Hoca Neş’et hakkında bilgi veren eski ve yeni tüm kaynaklara kaynaklık etmiştir. Ayrıca Hoca Neş’et’in hayatı hakkında araştırma yapan bazı araştırmacılar tarafından Pertev’in kaleme aldığı bu biyografi değerlendirilmesine rağmen bugüne kadar metnin tamamı yayımlanmış değildir. Pertev’in yazdığı biyografi Hoca Neş’et Divânının bazı nüshalarında3 ve Hoca Emin Efendi’nin Kethüdâ-zâde Efendi ’nin Terceme-i Hâline Zeyl-i Acizânedir adlı eserin sonunda 1294H/1878-9M yılında eski harflerle yayımlanmıştır.
Pertev, klâsik dibâce geleneğine uyarak biyografiye başlar ve Hoca Neş’et’i övgü dolu ifadelerle betimler: “Nâzım-ı Divân-ı şerîf-i belâgat-redîf sellemehü ’s-selâm vâkıf-ı esrâr-ı levh u kalem ve hâ’iz-i ‘ulûm (‘alleme ’l-insân mâlem ye’lem) hâkim-i divân-ı fesâhat el-Hacc Süleyman Neş’et Efendi ...” (Dibâce: 1b; Zeyl: 1294, 2).
Yukarıdaki ifadeye benzer övgüler, Pertev’in bazı manzumelerinde de geçmektedir. Pertev’in Hoca Neş’et’in dünyaya gelen çocuğu için yazdığı tarih manzumesinde hoca şu iki beyitle vasfedilir:
Hudâvend-i ma‘ârif-pîşegân üstâd-ı üstâdân
Cenâb-ı Neş’et-i zî-şân-ı âgeh-dil veliyyu’llâh (Bektaş: 2007, 665)
(Bilgide ileri gidenlerin efendisi, hocaların hocası, gönül gözü açık, şanlı Neş ’et Efendi, Allah dostu.)
Ser-tâc-ı üstâd-ı esâtîze-i cihân
Ya‘nî Cenâb-ı Neş’et o sultân-ı ‘ârifân (Bektaş: 2007, 667)
(Dünyadaki büyük hocaların hocası, baş tacı, yani ariflerin sultanı Hoca Neş ’et Hazretleri.)
Pertev, yazdığı Şeyh Gâlib biyografisinde de hocasını şu sıfatlarla tavsif eder: memdûh-i elsine-i ekâbir ü esâgir ve mahbûb-ı kulûb-ı ashâb-ı bâtın u zâhir olan Neş ’et Efendi cenâblarıyla ... ” (Gürer: 2000, 223).
Yine mukaddimesini Pertev’in yazdığı Şerh-i Yek-Beyt-i Hazret-i Üstâd adlı risâlede şair, Hoca Neş’et’i övgü dolu şu ifadelerle tanıtır: “...yegâne-i devrân ve üstâd-ı suhan-verân-ı cihân ve baba-yı ebnâ-yı şi‘r-gûyân-ı zamân ve h"âce-i erbâb-ı dâniş ü ‘irfân velî-ni‘metüm üstâd-ı bülend-himmetüm el-hâc Neş ’et Süleymân Efendi efendimüz hazretlerinün nutk-i kerâmet-eserleri olan...” (Şerh: 2a).
Görüldüğü gibi Pertev, hocasını “levh ve kalemin sırlarını bilen, Allah dostu, dünya padişahlarının baş tacı, büyük ve küçük herkesin dilinde övülen kimse, zahir ve batına göre hükmeden kimselerin kalplerinin sevgilisi, zamanın biriciği, söz ustaların önderi ve devrin şiir söyleyenlerinin babası, bilgin ve ârif kimselerin hocası” gibi akıcı ve mubalağaya kaçan ifadelerle tanımlar.
Süleyman Neş’et, Enderun’da yetişen, III. Ahmed ve I. Mahmud’a musahiblik eden, musikişinâs Ahmed Refi’â Efendinin oğludur. Süleyman Neş’et, babası Edirne’de sürgünde iken 1148H/1735-36M yılında dünyaya gelir. Refi’â Efendi, oğlunun doğumuna “Hudâyâ iki âlemde ‘azîz eyle Süleymânı” tarih mısraını söyler. Hoca Neş’et babasının bu tarih mısraını daha sonra yüzüğüne yazdırır. Refi’â Efendi Edirne’de iken Meskenümden dûr idüp gurbetde ser-gerdân iden
Kısmetim mi tâli‘im mi yohsa cânâ sen misin matlalı şarkıyı yazıp besteler. Bu şarkı, padişah tarafından takdir edilir ve Refi’â Efendi affedilir. Böylece aile 1150H/1737M yılında İstanbul’a döner. Pertev’in, hocasının ailesi, doğumu ve çocukluk yıllaraına dair verdiği bilgiler şöyledir: “...el-merhûm Ahmed Refî’â Efendi eş-şehir be-musâhib-i şehryârî merhûm-ı müşârün-ileyh Ahmed Refî’â Efendi hazretleri İslâmboliyyü’l-asl olup dâ’ire-i hümâyunda perverde ve tahsîl-i mâ’arif u ‘avârif u kemâl ve şi ’r ü inşâda mümtâzu’l-akrân ve ’l-emsâl olduklarından sonra divân-ı mu’allâ- ‘unvân Hâceligi ile çerâğ u ihyâ ve musâhib-i şehryârîlik inzimâmıyla kadr ü i ’tibârları dü-bâlâ olup nice sinîn merhûmât-ı cennet-mekân Sultân Ahmed Han ve Sultân
Mahmûd Han hazerâtının huzûr-ı hümâyûnlarında kand-i mükerrer-i musâhabetle şîrîn-mezâk-ı mufâharet ve nice merâtib-i sâmiyye kat ’iyle hâ ’iz-i rehîne-i câh u menzelet olup ba’dehû ber-muktezâ-yı şîve-i rûzgâr mahmiyye-i Edirne ’ye nefy ü iclâ ve ol esnâda müşârün-ileyh Neş ’et Efendimiz hazretleri mahmiye-i merkûmede teşrîf-sâz-ı ‘âlem-i dünyâ olduklarında peder-i muhteremlerinin (Mısra)
“Hudâyâ iki âlemde ‘azîz eyle Süleymânı ” mısrâ-ı târîhleri el-ân nakş-i nigîn-i hâtem-i Süleymânîleridir. ‘Ömr-i sâ‘adetleri dü-sâle resîde oluncaya kadar mahall-i merkûnun âb u hevâsıyla neşv ü nemâ Ba‘dehû peder-i büzürgvârları Ahmed Refi‘â Efendi Hazretleri fünûn-ı sâ ’irede ‘adîmü ’l-akrân oldukları misüllü fenn-i musîkîde dahi yegâne olduklarına binâ ’en (Beyt)
Meskenümden dûr idüp gurbetde ser-gerdân iden Kısmetim mi tâli ‘im mi yohsa cânâ sen misin zemîninde bir şarkı güfte ve inşâd ve bir sûznâk makâma beste ile te ’sirini müstezâd idüp erbâb-ı tabî ‘atdan bir kimesneye meşk ü ta‘lîm (Mısra’)
Suhen her çend bâlâ mî reved tâ gûş mî âyed dinildiği gibi dilden dile giderek sem ’-i humâyûna dek resîde olmağla der- ‘akab der-i ‘aliyyeye ‘avdet” (Dibâce: 1b, 2a; Zeyl: 1294, 2).
Pertev, Hoca Neş’et’in henüz gençken babasıyla birlikte hacca gitmesini, döndükten sonra Konya’daki Mevlanâ Celâleddin-i Rumî’nin türbesini ziyaret etmesini, Mevlevî külahını teberrüken takmasını ve kısa bir süre sonra babasının vefatını şöyle nakleder: “...ba‘dehû mevlânâ-yı müşârün ileyh Neş ’et Efendimiz hazretleri sinn-i temyîze vâsıl olduklarında peder-i mükerremleri tavâf-ı Beytu’llâhu ’l-harâm ve ziyâret-i meşhed-i mutahhara-i hazret-i seyyidü’l-enâm ‘aleyhi salavatu’s-selâm arzûsuyla kaftân ağalığına râğıb olmalarıyla mes ’ûllerine müsâ ‘ade-i şehryârî erzânî buyrulup mu‘azzez ve mükerrem necl-i necilleri ve dâ’ire-i devletleriyle edâ-yıfarîza-i hacc ve ifâyı merâsim-i secc ü ‘acc idüp medîne-i Konya ’ya duhûllarında (Mısra ’)
Bellidir sırr-ı ser-encâm-ı ser-âgâzından müşârün-ileyh Neş ’et Efendimiz hazretleri muhît-i dâ ’ire-i tarîkat ve ğavvâs-ı bihâr-ı hakîkat ü ma ’rifet olacakları “ke ’ş-şemsi fî-vasati ’s-semâ” nâsiye-i hâllerinde rû-nümâ olmağın ka‘betü ’l- ‘uşşâk olan Kubbe-i hadrâ-yı hazret-i Mevlânâ’yı ziyâret ve ol vakitde zîb-i seccâde-i meşîhat olan Çelebi Efendi hazretlerinden teberrüken sikke-pûş-ı mefharet olup âstâneye teşrîflerinden çok vakit geçmeyüp peder-i dil-âgâhları hulûl-i ecel-i mev ‘ûdlarıyla ‘âzım-ı gülzâr-ı dâru’l-hulûdoldular... ” (Dibâce: 2a-2b; Zeyl: 1294, 3).
Hoca Neş’et’in Tahmasb Kulu Nâdir Şah’ın hekimi olan Aymânî’den Farsça’yı öğrendiğini, kısa süre de olsa devrin önemli simalarndan Dârıbî Ali Efendi ve Yasînî-zâde’den de ders aldığını, özetle ilim öğrenmek için Hocanın nasıl gece gündüz gayret sarfettiğini Pertev şu cümlelerle anlatır: “Ba‘dehû müşârün-ileyh Neş ’et Efendimiz hazretleri tahsîl-i ma ‘ârif u ‘avârife verziş birle leyl ü nehâr ârâm u karâr itmeyüp az müddetde mukaddemât ü neshi Dârıbî Ali
Efendi ve fahrü’l-ulemâ Yasînî-zâde hazerâtından görüp ancak hümâ-yı ‘alî-himmetleri ol havâlarda pervâzdan müstağnî olmağla manzûm ve mensûr müellefât-i kibâr-ı sûfiyye mütâla‘asına iştiğâl ve mağz-ı Kur’ân ve lübb-i lübâb-i ‘irfân olan Mesnevî-i Şerîf ‘ibâresine intisâb içün zebân-ı Farisî istihsâli lâbüd olmağın ol esnâda âstâneye gelüp tabâbet ile iştiğâl üzre olan Tahmasb Kulu Nâdir Şâh ’ın tabîb-i sânisi Aymânî merd-i hünermend ki Isfahân ve Şîrâz ’da yârân-ı ‘Acemiye nice müddet şîve-i suhen-gûyîde âhund olmuşlar idi.” (Dibâce: 2b, 3a; Zeyl: 1294, 3).
Yine Hoca Neşet’in rehbersiz eski ve yeni divânları inceleyerek kendisini nasıl yetiştirdiğini ve şairlik yeteneğinin nasıl geliştiğini bildiren Pertev’in ifadeleri şöyledir: “Öyle zarîf-i bî-mu‘adilden mütedâvil ve ğayr-ı mütedâvil devâvîn-i mütekaddimîni ve müte ’ahhirîni görüp ve zebân u ıstılâh-ı kavmî durûb-ı emsâliyle tahsîl ü tekmîl ve yâd-daşt buyurup ezelî gencine-i dil levh-i âşinâlarında meknûz olan derârî-i maânî ve mezâmîni istedikleri kâlıba ifrâğ birle Farisî ve Türkî sihr-i halâl vâdîsinde gazeller söylerler iken edâ-yı Rûmiyâne ile bî-ta’lîm-i üstâd hod-be-hod gûyân olmakda âram u sukûn itmeyüp bu bâbda dahı cûyâ-yı feyz olarak pîr-perverlik semtine meyl ü rükûn itmeleriyle” (Dibâce 3a; Zeyl: 1294, 3).
Şiirde Dâye-zâde Cûdî’yi kendisine üstâd kabul eden Neş’et’in, yazdıkları manzumeleri hocasına takdim edip gördüğü ilgiyi anlatan ibareler de aşağıdadır: “...suhan-sencân-ı ‘asrın ber-güzîdesi Dâye-zâde Cûdî merhûmı üstâd-ı suhan ittihâz buyurup bir müddet dahı mâkû-yı hâme-i bedî’-nigârlarıyla pîçîde-i minvâl-i belâğat buyurdukları nesc-i hoş-nakş-ı destgâh-ı tabî‘atlerin merhûm-ı müşârün-ileyhe arz u beyân ve tamğa-yı zîbâ-yı tahsîn u âferînleriyle mu‘allim-i âsâr-ı celîle ile tahsîl-i şöhret ü şân ve isticlâb-ı da‘vât-ı hayriyyeleriyle müşâr-ı bi ’l-benân olmuşlardır...” (Dibâce: 3a; Zeyl: 1294, 4).
Hoca Neş’et’in öğrendiklerini başkalarına anlatmak için nasıl çaba sarfettiğini, derslerine devam edenlerin arasında Turan ve Acem’den gelenlerin bulunduğunu öğrencisi Pertev şöyle ifade eder: “...Ba‘dehû kendü cenâbları dahı bu fenn-i şerîfi hâhişgerândan dirîğ buyurmayup ketebe vü talebe ve tüvânger ü bî-nevâya künh ü hakikatle tedrîs ü ta‘lîm ve hattâ Özbek tâ’ifesinden ve diyâr-ı ‘Acem ’den gelen katı vâfir zürefâ-yı İrân u Turan ’a kendi zebânlarının hurdesini tefhîm buyurdukları cümlenin ma‘lûmudur.” (Dibace 3b; Zeyl: 1294, 4).4
Bu bilgileri destekleyen Divân ’daki beyit de şöyledir:
Hind ü Sind ü Mekke vü Bathâ Buhârâ’dan gelen Zâ’irâna dergeh-i pâki idi dârü’l-emân (Bektaş: 2007, 688)
(Onun dergâhı, Hind, Sind, Mekke, Batha ve Buharâ’dan gelen ziyaretçilerin güvenle kaldıkları yerdi.)
Pertev, Hoca Neş’et’in edebî çevresine katılışını ve ondan aldığı feyzi “Mütercim-i fakîr Pertev-i pür-taksîr bin yüz yetmiş senesi meclis-i ders-i şerîflerine hâzır olup rûz-be-rûz nazar-ı iksîrleri hakk-ı âcizânemde efzûn olarak (Beyt)
Cenâb-ı hazret-i üstâddan alıp Pertev Bana bu feyz-i suhan andan iktisâb iledir şems-i tâbân-ı himmet ve ‘inâyetlerinden pertev alıp sâyevâr-ı hâk-i pây-ı devletlerinden bir ân münfekk olmaz iken... ” (Dibâce 3b; Zeyl: 1294, 4) cümlesiyle anlatır.
Hoca Neş’et’in rahle-i tedrisinde yetişen öğrenciler ve mahlas-nâme yazılan şairler hakkında da Pertev, şunları söyler: “Ve ’l-hâsıl meclis-i ‘âlîlerinden tahsîl-i ma’ârif birle istifâde ve istifâze idip be-kâm ve ta‘yîn buyurdukları mahlaslarıyla be-nâm olanların hadd ü ‘adedi yokdur. Eger yalnız esâmisi kayd olunsa bir mutavvel defter olup...” (Dibâce 3b; Zeyl: 1294, 4).
Pertev’in biraz mübalağa da olsa yukarıda sözünü ettiği Hoca’nın mahlas-nâme yazdığı ya da edebî çevresinde yetiştirdiği şairlerin tam bir tespiti yapılabilmiş değildir. Yine Pertev’in Hoca Neş’et’in okuluna devam eden şairleri içerecek bir tezkire yazmakla meşgul olduğunu söylediği fikri de gerçekleşmiş değildir.(Bektaş: 2007, 20).
Pertev’in, Hoca Neş’et’in edebî çevresindeki öğrencilerle ilgili yukarıda verdiği bilgileri destekleyen beyitleri de vardır:
Cem‘ olup ‘izz-i huzûr-ı hazrete subh u mesâ Vakt-i feyz ü himmet-i üstâd Neş’et beklerüz (Sabah akşam Hazret-i Neş’et’in huzurunda toplanıp onun himmetinin ve feyzinin vaktini bekleriz.)
Dest açup her dem hulûs-ı bâl ile da‘vâtına
Tâ bulınca dergeh-i Hak’da icâbet beklerüz (Bektaş: 2007, 263)
(Her zaman halis niyetle davetine el açıp Cenab-ı Allah’tan duamızın kabul olmasını bekleriz.)
Hoca Neş’et’in evinde genellikle başında sikke ile gezdiğini ve öğrencilerin dersinden arta kalan vaktinin çoğunu da tarikat ehliyle sohbet ederek geçirdiğini aşağıdaki satırlarından öğreniyoruz:
“Zer-i hâlis- ‘ayârdır kalbim Sikke-i şehryâr var serde
N’ola fakr içre şâh isekpîrem Efser-i tâcdâr var serde ebyât-ı şerîfleri vefkince hâne-i devletlerinde oldukça ekser evkât sikke-pûş olup fukarâ-yı tarîkat ile üns ü ülfet ve dem-i dîdâr sohbet-i cânı cihâna vermeyip... ” (Pertev Dibâce 4a; Zeyl Pertev: 1294, 4)
Pertev, hocasının ruh yapısı hakkında bazı ipuçları verdikten sonra yazdığı “şi ‘r-i âbdâr (akıcı şiir) u dil-furûz (gönül yakan) ” şiirlerin, ruhlarda bıraktığı tesiri şöyle nakleder: “Ve neş ’e-i fitriyyeleri olan ‘aşk u şevk ve muhabbetle şebân-rûz hazîn hazîn güzâr ve sûz u güdâz izhâriyle (Beyt)
Yanarım âteşe men dîde vü dil kulzum-ı hûn Allâh Allâh ne bu deryâlar ile sûz u güdâz ve nice buna mânend şi ‘r-i âbdâr u dil-furûz inşâ buyururlar idi ki müstemi ‘ini kal halleriyle makâm-ı hayretde deng u lâl eylerler idi...” (Dibâce: 4a-b; Zeyl: 1294, 5).
Yine Pertev, Şerh-i Yek Beyt-i Hazret-i Üstad adlı eserin mukaddimesinde Neş’et’in bir mısraını naklederek onun yazdığı her bir beytin birer mana hazinesi; her bir gazelin ise Nizâmî-i Gencevî (ö. 1209)’nin mesnevisine denk geldiğini dile getirir: “Beyt-i men beyt nist iklimest (Benim beyitlerim beyit değil bir ülkedir) fermûdesi vechile inşâ buyurdukları her beyt-i şerîf bir gencîne-i ma‘nâ ve her penc beyt-i gazelleri bir hamse-i Nizâmî ’yle pençe-gîrâ oldığı bî-reyb ü mürâdur” (Şerh, 4b).
Pertev’in buradaki ifadeleriyle Mualim Nacî’nin Osmanlı Şairleri adlı kitabında Hoca Neş’et için söyledikleri birbiriyle çelişiyor. Pertev, hocanın şiirlerini överken Muallim Naci, (1986, 77) “...Fakat insan okurken sıkılır. Farisi şiirin bundan tatsızı olamaz denilse mübalağa edilmemiş olur. Türkçe şiiri de Farsîden aşağı kalmaz. Divânı lafzî, manevî noksanlar mecmuasıdır denilebilir.” cümlesiyle Süleyman Neşe’t’i ağır bir şekilde eleştirir.
Hoca’nın Molla Gürânî’deki konağına gelip giden öğrencilerin, fakirlerin ve misafirlerin nasıl ağırlandığını bildiren şairin ifadeleri de şöyledir: “...der-i dâ’ire-i devletleri ehibbâ vü asdikâ ve gurabâ vü fukarâya dest-i ferâh-ı sehâ pîşegân-ı küremâ gibi güşâde ve hân-ı yağmâ-yı meclis-i ma‘rifet ve ‘inâyetleri mukîm ve mihmâna her dem u ân âmâde ve ni ‘am-ı himem ve terbiyyetlerinden her bî-behre vü bî-nevâ rîze-çîn ü vâyedâr ve hünermend ü behremende kâse-lîs ü behredâr iken... ” (Dibâce, 4b; Zeyl, Pertev: 1294, 5).
Pertev’in şiirlerinde de yukarıdaki ifadeleri destekleyen beyitleri vardır.
Misal:
Hazret-i Hak ber-devâm itsün Cenâb-ı Neş’et’i
‘Âcizân u bî-kesân hakkında hayr-endîşdür (Bektaş: 2007, 182)
(Allâh, Neş ’et hazretlerine uzun ömürler versin ki acizler ve kimsesizler hakkında hep hayır düşünür.)
Pertev yıkık gönülleri Neş’et yapar hemân
Gönlinde tutmak ister isen öyle zat tut (Bektaş: 2007, 143)
(Ey Pertev! Neş ’et yıkık gönülleri anında tamir der. Eger gönlünde bir kimseyi tutmak istersen böyle bir zat tut/sev.)
Cenâb-ı Neş’et’ün kemter gedâsı bâb-ı lutfında Bulup feyz-i hakîkat husrev ü hâkâna nâz eyler (Bektaş: 2007, 196) (Hoca Neş ’et’in lutuf kapısında bulunan aciz bir kul, onun hakikat feyzini bulup padişahlara naz etmeye başlar.)
Fakir ve açları doyuran, kimsesizleri himaye eden Hoca Neş’et’in hiçbir dünya menfaati beklemediğini; sadece Allah rızası için iyilik yaptığını Pertev şu beyitte ifade eder:
Hazret-i Neş’et’ün Allâh içündür bilürem
‘Âciz ü bî-kes ü bî-çâreye dem-sâzlığı (Bektaş: 2007, 464)
(Neş ’et Hazretlerinin Allâh rızası için âcizlere, kimsesizlere ve fakirlere yardım ettiğini bilirim.)
Müellif, Hoca Neş’et’in Molla Gürânî’deki evinin gelip giden misafirlerle dolup taştığını, Ka’be gibi sürekli kalabalık olduğunu, kimsenin arzusunun reddedilmediğini şu iki beyitte dile getirir:
Cenâb-ı Neş’et’ün dergâhı Pertev hüsn-i hulkından
Zihâm-ı fart-ı züvvâr ile Beytu’llâh’dan kalmaz (Bektaş: 2007, 248)
(Ey Pertev! Neş ’et Hazretlerinin güzel ahlakından dolayı dergâhı, ziyaretçilerin aşırı kalabalığı ile Ka’be ’den geri kalmaz.)
Cenâb-ı Neş’et’ün dergâhı Bâbu’llâhdur Pertev
Çü Ka‘be anda red yokdur duyan gelsün duyan gelsün (Bektaş: 2007,
383)
(Ey Pertev! Hoca Neş ’et ’in dergâhı Ka ’be ’dir. Aynen Ka’be gibi orda yapılan dualar reddedilmez. Duyan herkes gelsin.)
Pertev, Hoca Neş’et’in 1182H./1768-69M. yılında Moskov seferine katılırken üstlendiği görevleri ve askere verdiği morali de şöyle anlatır:
“Neyem ğamgîn eger baht-ı siyeh âvâreem dâred Çü hâl-i hûb-rûyân hoş-nümâyem her kucâ üftem kat ‘-ı menâzil ve hayy-ı merâhil birle ordu mahalline vusûl ve anda dahı bir ân âsâyiş u râhat görmeyip gâh ‘asker-i zafer-peyker geçidine ve gâh zehâ’ir üzerlerine ve nice hıdemât-ı celîleye me ’mûriyyet birle kabûl-ı hâtır-ı hâs u ‘âmm olur evzâ‘-ı pesendîde ibrâz ve vâkı ‘ olan ceng ü harblerde ekseri mevcûd olup ‘an-asl meşk ü ta‘lîm buyurdukları fenn-i esliha-i harbiyyeyi icrâ ile miyân-ı guzât ve mücâhidînde dahı mümtâz u ser-firâz oldular...” (Dibâce: 5a; Zeyl: 1294, 5-6).
Gibb’in (1999: 412) “...1768’de Rusya ile savaşa gidildiğinde Hoca Neş ’et, okulunu kapatmış ve kılıcını kuşanarak vatan savunmasında devletin ordusu içinde görev üstlenmiştir.” cümlesindeki “okulunu kapatmış” hükmü, Pertev’in verdiği bilgi ile tamamen çelişmektedir. Oysa Pertev, hocası savaşa giderken öğrencilere ders verme görevini kendisine tevdi ettiğini çok açık ve kesin bir ifade ile şöyle anlatır: “...zîr sutûrda mezbûr ve mestûr Moskov seferine azîmetlerinden teşrîflerine kadar dâ’ire-i devletlerinde emr ü irâdeleriyle tâlibân ü hâhişgerâna bu fenn-i şerîf müzâkeresiyle imrâr-ı vakt ü zamân idüp târ-ı lü’lü ’-yi sübha-i meclis-i ders-i sa’adetlerinin bir ân güsiste vü perîşân olmasına cevâz-dâde olmamışlar idi.” (Dibâce: 3b; Pertev: 1294, 4).
Hoca Neş’et’in, Moskov seferinden döndükten sonra öğrenci yetiştirmeye devam ettiğini, şiir meclislerine katıldığını, bu şiir meclislerinde karşılıklı şiir söylediğini aşağıdaki satırdan öğreniyoruz: “Ba‘dehû âstâne-i âliyyeye teşriflerinde yine kemâ kân ihvân u ‘âşıkân ile sohbet ü ülfet ve müzâkere ve müşâ‘areye meyl ü rağbet birle imrâr-ı vakt u ân buyurup şi ‘r ü inşâdan dem uran yârân-ı hünerden nev-be-nev zuhûr ve burûz idenler meclis-i ‘âlîlerine gelip
Bahra vâsıl oldu cûlar cümle hâmûş oldular ” (Dibâce: 5a-b; Zeyl: 1200, 6).
Aşağıdaki iki beyitte de Hoca’nın dergâhına gelen şair ve hatiplerin maddi ve manevi arzularına kavuştukları dile getirilmektedir:
Hazret-i Neş’et-i üstâd-ı cihánuñ bi’llâh
Dergehinde fusehâ vü büleğâ çâker olur (Bektaş: 2007, 211)
(Allâh’a yemin ederim ki Hoca Neş ’et Hazretlerinin dergâhında hatipler ve şairler birer hizmetçi olurlar.)
Sûrî vü ma‘nevî kâm-âver olur haddince
Nigeh-i lutfına her bendesi kim mazher olur (Bektaş: 2007, 211)
(Gerek maddi gerekse manevi olsun herkes kendi kabiliyeti nisbetinde mutluluğa ulaşır. Hocanın iyiliklerinden, lütüflarından herkes yararlanır.)
Koca Râğıb Paşa’nın sadrazam olmasını tebrik etmek üzere Nakşibendî şeyhi Bursalı Seyyid Muhammed Emin Efendi İstanbul’a gelince Hoca Neş’et de kendisini ziyaret eder ve ondan etkilenerek Nakşibendî tarikatına intisap eder. Bu durumu anlatan Pertev’in ifadeleri şöyledir: “...birle ziyâret-i ‘âliyyelerine teşrif ve sâmi ‘a-i cânı kelâm-ı hakâyık-beyânlarıyla teşnîf idüp meclis-i vâhidde nazar-ı feyz-eserleriyle özge âlem oldular... Ba‘dehû Neş’et Efendimiz cenâbları ol zât-ı hamîde-sıfâtdan tarîk-i hidâyet-refîk-i Nakş-bendiyye üzre seyr-i sülûk ve müddet-i medîd kelâm-ı ma‘ârif-peyâmların mengûş-ı gûş-ı hûş buyurup.." (Dibâce: 5b-6a; Zeyl: 1294, 6-7)
Hoca Neş’et’in görünüşte Hz. Osman’a, belinde taşıdığı kılıcıyla Hz. Ali’ye, adalette Hz. Ömer’e benzediğini ve Hz. Ebû-bekir gibi üstün meziyetlere sahip olduğunu söyleyen Pertev, onun Baba Neş’et olarak tanındığını ifade eder: “Lakin zâhir hâlleri zî- ‘Osmâniyânda olup miyânlarında hançer-i suğrânı Hayderî-sîret ve ‘Ömer-salâbet u Bû Bekr-haslet harekât u sekenât ve tarz u etvârları kendü zâtlarına mahsûs ebnâ-ı zamân miyânında bir Baba Neş’et derler.” (Dibâce: 6a; Zeyl: 1294, 7)
Hoca Neş’et’in peygamber gibi güzel ahlâk sahibi olduğu, herkese babalık yaptığı, kısacası nevi şahsına münhasır biri olduğu aşağıdaki gazelin beyitlerinde anlatılır:
Hazret-i Neş’et-i peyâm-ber-hûy Kârı ebnâ-yı dehre babalık
Hulkmuñ yok nazîr ü hem-tâsı Allâh Allâh nedür bu yek-tâlık
Hulk-ı Bârî ile tahalluk idüp İtsek ednâlık eyler a‘lâlık
Nice dil-mürdeyi ider ihyâ Nutk-ı pâkindedür Mesîhâlık
Devlet ü ‘ömrini füzûn itsün
Tâ dem-i haşr Hazret-i Hâlık (Bektaş: 2007, 304)
(Peygamber yaratılışlı Hz. Neş ’et ’in işi gücü, herkese babalık etmektir. Güzel ahlâk bakımından eşi, benzeri yoktur. Bu kendine özgü hal neyin nesidir? Yaratıcının ahlakıyla ahlaklandığı için biz yanlış yaptığımızda o hep büyüklük edip bizi affederdi. Sözünde Hz. İsâ’nın ölüleri diriltme özelliği olduğundan kalbi ölmüş kimselere ruh verirdi. Hz. Allâh haşre kadar bahtını açık ve ömrünü arttırsın.)
Hoca Neş’et’in şiirde kimsenin izinde gitmediğini söyleyen Pertev, Arapça, Farsça ve Türkçe’de renkli manaları istediği tarzda, söz kalıbına dökerek onlara can verdiğini ve Es‘ad-ı Bağdâdî’nin kendine özgü gazeline cevap yazdığını şöyle ifade eder: “Evâ’il-i hâllerinden bu âna kadar çekîde-i hâme-i sihr-âferînleri olan eş âr u âsârları ser-â-ser âşıkâne vü nâzikâne ve muhayyel u munakkah vâki ‘ olduğundan başka eslâfdan bir ferdin isrine ittibâ ‘ etmemişlerdir. Ancak elsine-i selâsede istedikleri vâdîde kâlıb-ı elfâza ma‘ânî-i rengîn ile tâze cân verirler. Hattâ Es ‘ad-ı Bağdâdî ’nin ol diyâra mahsûs lisân ve levendâne elfâz ile vurûd eden gazeline cevâb (Kıt ‘a)
Kılıcı kanlu eli kanlu dili kanlu güzel Çeşm-i cellâdı yamân cân alıcı kanlu güzel
Kahramân-ı nigehi gibi Celâlî-meşreb Bir levendâne-revişlü geliş Osmânlu güzel nazîreleriyle el-hakzemînine fâ’ikolduğu... ” (Dibâce 6b; Zeyl, Pertev: 1294, 7) Pertev, Hoca Neş’et’in yazdığı nazire gazellerin, zemin gazellerden üstün olduğunu Râgıb Mehmed Paşa’nın gazelini örnek vererek anlatır: “. bahr-ı muhît-ı ‘ulûm-ı şattâ Râğıb Mehmed Paşa merhûmun (Mısra’)
‘İrfân ile mahsûd-ı kirâm-ı vüzerâyız dedikleri gazele (Mısra’)
Bir şâ ‘ir-i şûrîde-edâyız ne gedâyız cevâbları misillü ve şu ‘arâ-yı ‘asr ve selefe nazîre ve cevâblarında olan ğalebe ve sebkatları zemîn gazeller ma‘lûmları olup Divân-ı şerîflerin mutâla‘a iden yârân-ı suhandâna ‘ayândır. (Beyt)
Sad-hezârânı gelür gülşen-i ma‘nînün lîk Neş ’egâh-ı suhene bir dahı Neş ’et gelmez hakkâ ki zât-ı yek-tâ-güher vucûd-ı nâzenînleri kân-ı âlem-i imkâna bir gelenlerdendir...” (Dibâce: 6b-7a Zeyl: 1200, 7-8)
Mana gül bahçesine yüzbinlerce (bülbülün) kimsenin geldiğini, söze susamışlara (şairler meclisine) Neş’et gibisinin bir daha gelmeyeceğini dile getiren Pertev, klâsik şiirimizde Hz. Muhammed için kullanılan “zât-ı yek-tâ-güher” benzetmesini yapar ve onun dünyaya bir defa gelenlerden olduğunu mübalağa ile ifade eder: “Hakkâ ki zât-ı yek-tâ-güher vucûd-ı nâzenînleri kân-ı ‘âlem-i imkâna bir gelenlerdendir.” (Dibâce: 6b-7a; Zeyl: 1294, 8)
Pertev, biyografiyi hocasına dua ederek bitirir: “Hemân cenâb-ı ahadiyyet nice müddet vucûd-ı ‘inâyet-âlûdlarına ‘ömr ü ‘âfiyet ihsân edip himmet-i terbiyet-eserlerin nice kem-mâyegâna mâye-i feyz-i ma‘rifet eyleye âmîn sümme âmîn... ” (Dibâce: 7a; Zeyl: 1294, 8)
Pertev’in kaleme aldığı bu hal tercemesi Hoca’nın 1200H/1785M yılına kadarki hayatını içerir. Bilindiği gibi, Neş’et 1222H/1807M yılında vefat eder. Dolayısıyla bu biyografide Hoca Neş’et’in ömrünün son 22 yılına dair bilgiler bulunmamaktadır. Hoca Neş’et’in talebesi olan Muhammed Ârifin öğrencisi Hoca Emin Efendi de Pertev’in yazdığı biyografiye bir zeyl yazar. Bu zeylde, Hoca’nın hayatına dair çok kısa da olsa bazı bilgiler verilmiş olmakla birlikte, asıl üzerinde durulan mevzular, Muhammed Ârifin, Hoca Neş’et’le ilgili öğrencilerine anlattığı hâtıralardır. Bu hâtıralarda Hoca Neş’et’in daha çok nükteli kişiliği ve hazır cevaplılıği üzerinde durulur.5
Hoca Neş’et vefat ettiğinde Pertev, vakanüvislik göreviyle Osmanlı-Rus savaşına katıldığından hocasının yanında bulunmamaktadır. Ölüm haberini alan Pertev, çok müteessir olur ve hastalanır. Bu sırada Pertev, hocasının ölümü üzerine bir tarih manzumesi yazar. Tamamı 16 beyit olan bu tarih manzumesinde de hocanın bazı meziyetleri anlatıldığından buraya almayı uygun gördük.
Hazret-i âhûnd-i zî-şân reşâdet-iktirân ‘Âlim-i ‘ilm-i ledün Neş’et Süleymân-ı zamân
(Şanlı hoca Hazretleri, doğru yola ulaştıran, ledün (ilahi sırlar) ilminin âlimi, zamanın Süleymanı idi.)
Olmağın merkûz-ı tab‘-ı pâki ahlâk-ı Nebî Cümleye eltâfı mebzûl idi her vakt ü her ân (Temiz tabiatı, Hz. Peygamberin ahlâkının merkezi olduğundan herkese her zaman iyiliği, ihsanı bol idi.)
Neş’e-yâb idi mey-i ‘aşk-ı Celâlü’d-dîn’den Meslegi idi velî âyîn-i pâk-i hâcegân (Hz. Mevlanâ Celâleddin’in aşk şarabından neşe bulmuştu. Fakat meslegi, hocaların nezih âyinini düzenlemekti.)
Sırra evvel Hazret-i Âgâh’dan âgâh olup Hazret-i îşândan ikmâl kıldı ba‘d-ez-ân (Önce Hz. Agâh’ın sırlarından haberdar olup sonra da o hazretten ilmini tamamladı.)
Himmetiyle zâhir ü bâtın niçe ‘âcizleri Yoksul iken bay idüp bay iken itdi kâm-rân (O zatın himmetiyle açık veya gizli olarak birçok fakir fukarayı zengin edip, zenginleri de mutlu etti.)
Hind ü Sind ü Mekke vü Bathâ Buhârâ’dan gelen Zâ’irâna dergeh-i pâki idi dârü’l-emân (Onun dergahı, Hind, Sind, Mekke, Batha ve Buharâ’dan gelen ziyaretçilerin güvenle kaldıkları yerdi.)
Dâr-ı feyz-â-feyz idi tullâba devlet-hânesi Buldı isti‘dâdı rütbe her biri bir kadr ü şân (Onun konağı, talebeye feyiz veren yerdi. Her biri kendi kabiliyetine göre rütbe, şan ve şöhret buldu.)
Kimi şâ‘ir kimi münşî kimi sâhib-hâl olup Kalmadı bî-behre kalmış dergehinde bendegân (Bu talebeden kimi şair, kimi yazar, kimi de derviş oldu. Öğrencilerden hiç himse nasipsiz kalmadı.)
Bezm-i ders-i feyzinün zânû-zeni olan zevât Kesb-i rûhâniyyetin fahr ile eylerler beyân (Onun feyizli derslerinin melisinde diz çökenler, manevi keşf ve kerametlerini övünerek anlatırlar.)
Bâ-husûs ‘abd-i ‘inâyet-dîdesi kırk beş sene Fahr-i ‘abdiyyet ile oldum müşârün bi’l-benân (Özellikle yardımını çokça gören ben kulu Pertev, kırk beş sene ona hizmet etmekle parmakla gösterilen oldum.)
Bi-mecâl-i nutk iken kesb-i mecâl-i nutk idüp Lâl iken oldum kerâmâtıyla mertûbü’l-lisân (Şiir söylemeye mecalim yok iken, beni cesaretlendirip şiir söylemeye alıştırdı. Adeta dilsiz iken kerametiyle çok konuşan oldum.)
Elden aldurdum ne çâre şimdi ol sultânumı N’eyleyem insün yire gayrı bu tâk-ı âsmân (Ne yazık ki şimdi o sultanımı kaybettim. Ne yapayım, artık bu gökyüzü yere insin.)
Teng olup bu hâkdân-ı pür-küdûret zâtına Oldı çün Rûhü’l-kudüs tâ ‘âlem-i kudse revân (Kederle dolu bu dünya, onun zatına dar olup, Hz. Cebrail gibi ta kudsi âleme göçtü.)
Bendegânın kurretü’l-‘aynı gibi öksüz koyup Devlet-i bâkî ile menzilgehi oldı cinân
(Göz aydınlığı olan öğrencilerini öksüz koyup, ebedi mutluluk ile cennet onun menzili odu.)
Başumuzda feyz-i ruhâniyyeti câvîd olup Bi’l-ma‘iyye haşr ide mahşerde Rabb-i Müste‘ân
(Onun ruhanî feyzi başımızda daimî olup, kendisinden yardım istenilen ve her şeyi terbiye eden Allah, birlikte haşr ede.)
Nakş-bendî nezri itmâm eyledi târîhini Oldı Baba Neş’et’e a‘lâ-yı ‘illiyyîn mekân (Bektaş: 2007, 6889)
(Nakşibendi nezri ile onun ölüm tarihi tamamladı. Ala-yı illiyin (cennetin en yüksek makamı) Baba Neş ’et ’e mekân oldu.)
XVIII. yüzyıl İstanbul’unda Hoca Neş’et’in kendi geyret ve himmetiyle bir edebî muhit oluşmuştur. Bu muhitin önemli bir müdavimi olan Pertev, hem hocası Neş’et’in hem de aynı edebî çevreye belli bir dönem katılan ve Pertev’le çok yakın arkadaşlık kuran Şeyh Gâlib’in haltercümesini (Gürer: 2000, 203225) yazarak bu döneme ait çok önemli bilgiler vermiştir. Pertev, hocası hakkındaki görüşlerini edebî bir üslûpla ve övgü dolu bir tarzda ifade etmiştir. Aynı edebî muhite mensup Şeyh Gâlib, Beylikçi İzzet, Mir Âmir, Muhammed Ârif, Mirzâ Abdulkadir-i Buhârî ve Müştâk Baba gibi ismini sayamadığımız onlarca şairin, hocaları Hoca Neş’et hakkındaki kanaatleri de Pertev’inkinden farklı olmayacağı kanaatindeyiz. Pertev’in Hoca Neş’et’in doğumundan 1200H/1785 yılına kadarki elli bir yıllık hayatını ihtiva eden haltercümesi ve Hoca Emin Efendi’nin bu haltercümesine yazdığı zeyl aşağıda sunulmuştur. Metni oluşturulurken Hoca Neş’et Divânı’nın yazma bir nüshasında yer alan “dibâce” ile Kethüdâ-zâde Efendi’nin Terceme-i Hâline Zeyl-i Acizânedir adlı eserdeki matbu metin karşılaştırıldı ve metinde sadece uzatma, hemze ve ayın işaretleri gösterildi.
Metin:
Bimillâhi’rrahm ani’rrahîm6
(1b) Nâzım-ı Dîvân-ı şerîf-i belâgat-redîf sellemehü’s-selâm vâkıf-ı esrâr-ı levh u kalem ve hâ’iz-i ‘ulûm (‘alleme’l-insân mâlem ye’lem)7 hâkim-i divân-ı fesâhat el-Hacc Süleyman Neş’et Efendi bin el-merhûm Ahmed Refî’â Efendi eş-şehir8 be-musâhib-i şehryârî merhûm-ı müşârün-ileyh Ahmed Refî’â Efendi hazretleri İslâmboliyyü’l-asl olup dâ’ire-i hümâyunda perverde ve tahsîl-i mâ’arif u ‘avârif u kemâl ve şi’r ü inşâda mümtâzu’l-akrân ve’l-emsâl olduklarından9 sonra divân-ı mu’allâ-‘unvân Hâceligi ile çerâğ u ihyâ ve musâhib-i10 şehryârîlik inzimâmıyla kadr ü i’tibârları dü-bâlâ olup nice sinîn merhûmât-ı cennet-mekân11 Sultân Ahmed Han ve Sultân Mahmûd Han hazerâtının huzûr-ı hümâyûnlarında kand-i mükerrer-i musâhabetle şîrîn-mezâk-ı mufâharet ve nice merâtib-i sâmiyye kat’iyle hâ’iz-i rehîne-i câh u menzelet olup ba’dehû ber-muktezâ-yı şîve-i rûzgâr mahmiyye-i Edirne’ye nefy ü iclâ ve ol esnâda müşârün-ileyh Neş’et Efendimiz hazretleri mahmiye-i merkûmede (2a) teşrîf-sâz-ı ‘âlem-i dünyâ olduklarında peder-i muhteremlerinin (Mısra) “Hudâyâ iki âlemde ‘azîz eyle Süleymânı"12 mısrâ-ı târîhleri el-ân14 nakş-i nigîn-i hâtem-i Süleymânîleridir. ‘Ömr-i sâ‘adetleri dü-sâle resîde oluncaya kadar mahall-i merkûnun15 âb u hevâsıyla neşv ü nemâ Ba‘dehû peder-i büzürgvârları Ahmed Refi‘â Efendi Hazretleri fünûn-ı sâ’irede ‘adîmü’l-akrân oldukları misüllü fenn-i musîkîde dahi yegâne olduklarına binâ’en (Beyt)
Meskenümden dûr idüp gurbetde ser-gerdân iden Kısmetim mi tâli‘im mi yohsa cânâ sen misin zemîninde bir şarkı güfte ve inşâd ve bir sûznâk makâma beste ile te’sirini müstezâd idüp erbâb-ı tabî‘atdan bir kimesneye meşk ü ta‘lîm (Mısra’)
Suhen her çend bâlâ mî reved tâ gûş mî âyed (3) dinildiği gibi dilden dile giderek sem’-i humâyûna dek13 resîde olmağla der-‘akab der-i ‘aliyyeye ‘avdet ve ric‘atleriçün sahîfe-i ıtlâka hatt-ı şerîf-i mevhibet-redîf-i şehinşâhi keşîde ve evvelkinden ziyâde iltifât-ı pâdişâhîye mazhariyyet birle bir müded dahı ser-i kadr u i‘tibârları felek-resîde olup ba‘dehû mevlânâ-yı müşârün ileyh Neş’et Efendimiz hazretleri sinn-i temyîze vâsıl olduklarında peder-i mükerremleri tavâf-ı Beytu’llâhu’l-harâm ve ziyâret-i meşhed-i mutahhara-i hazret-i seyyidü’l-enâm ‘aleyhi salavatu’s-selâm ârzûsuyla Kaftân ağalığına râğıb olmalarıyla mes’ûllerine müsâ‘ade-i şehryârî erzânî buyrulup mu‘azzez ve mükerrem necl-i necilleri ve dâ’ire-i (2b) devletleriyle edâ-yı farîza-i hacc ve ifâ-yı merâsim-i secc ü ‘acc14 idüp medîne-i Konya’ya duhûllarında (Mısra)
Bellidür sırr-ı ser-encâm-ı ser-âgâzından müşârün-ileyh Neş’et Efendimiz hazretleri15 muhît-i dâ’ire-i tarîkat ve ğavvâs-ı bihâr-ı hakîkat ü ma’rifet olacakları “ke’ş-şemsi fî-vasati’s-semâ’"16 nâsiye-i hâllerinde rû-nümâ olmağın ka‘betü’l-‘uşşâk olan Kubbe-i hadrâ-yı hazret-i Mevlânâ’yı ziyâret ve ol vakitde zîb-i seccâde-i meşîhat olan Çelebi Efendi hazretlerinden teberrüken sikke-pûş-ı mefharet olup âstâneye teşrîflerinden sonra çok vakit geçmeyüp17 peder-i dil-âgâhları hulûl-i ecel-i mev‘ûdlarıyla ‘âzım-ı gülzâr-ı dâru’l-hulûd oldular. Topkapı hâricinde şârih-i Mesnevî Sarı
Abdullâh Efendi hazretlerinin mezâr-ı pür-envârlarına yakın mahalde vâsıl-ı rahmet-i rahmân olmuşlardır. (Tayyebellâhü serâhe.)18 Ba‘dehû müşârün-ileyh Neş’et Efendimiz hazretleri19 tahsîl-i ma‘ârif u ‘avârife verziş birle leyl ü nehâr ârâm u karâr itmeyüp az müddetde mukaddemât ü neshi Dârıbî Ali Efendi ve fahrü’l-ulemâ20 Yasînî-zâde hazerâtından görüp ancak hümâ-yı ‘alî-himmetleri ol havâlarda pervâzdan müstağnî olmağla manzûm ve mensûr müellefât-i kibâr-ı21 sûfiyye mütâla‘asına iştiğâl ve mağz-ı Kur’ân ve lübb-i lübâb-i ‘irfan olan Mesnevî-i Şerîf ‘ibâresine intisâb içün zebân-ı Farsî istihsâli lâbüd olmağın ol esnâda (3a) âstâneye gelüp tabâbet ile iştiğâl üzre olan Tahmasb Kulu Nâdir Şâh’ın tabîb-i sânisi Aymânî merd-i hünermend ki Isfahân ve Şîrâz’da yârân-ı ‘Acemiye nice müddet şîve-i suhen-gûyîde âhund olmuşlaridi. Öyle zarîf-i bî-mu‘adilden mütedâvil ve ğayr-ı mütedâvil devâvîn-i mütekaddimîni ve müte’ahhirîni görüp ve zebân u ıstılâh-ı kavmî durûb-ı emsâliyle tahsîl ü tekmîl ve yâd-daşt buyurup ezeli gencine-i dil levh-i âşinâlarında meknûz olan derârî-i ma‘ânî ve mezâmîni istedikleri kâlıba ifrâğ birle Farsî ve Türkî sihr-i halâl vâdîsinde gazeller söylerler22 iken edâ-yı Rûmiyâne ile bî-ta’lîm-i üstâd hod-be-hod gûyân olmakda âram u sükûn itmeyüp bu bâbda dahı cûyâ-yı feyz olarak pîr-perverlik semtine meyl ü rükûn itmeleriyle suhan-sencân-ı ‘asrın (4) ber-güzîdesi Dâye-zâde Cûdî merhûmı üstâd-ı suhan ittihâz buyurup bir müddet dahı mâkû-yı hâme-i bedî’-nigârlarıyla23 pîçîde-i minvâl-i belâğat buyurdukları nesîc-i hoş-nakş-ı destgâh-ı tabî‘atlerin merhûm-ı müşârün-ileyhe arz u beyân ve tamğa-yı zîbâ-yı tahsîn u âferînleriyle mu‘allim-i âsâr-ı celîle ile tahsîl-i şöhret ü şân ve isticlâb-ı da‘vât-ı hayriyyeleriyle müşâr-ı bi’l-benân olmuşlardır. Üstâdları Cûdî merhûmun müşârün-ileh hazretlerine ta‘yîn-i mahlas buyurduklarında söyledikleri (3b) kıt‘adır:24
Çünkü ‘ilm ü edebe itdin edeble rağbet
Dâ’imâ sâhib-i ‘irfân ile eyle sohbet
Gayret-i tıyneti sarf it eser-i eslâfa
Mahlas-ı ma‘rifetin ola cihânda Neş’et Ba‘dehû kendü cenâbları dahı bu fenn-i şerîfi hâhişgerândan dirîğ buyurmayup ketebe vü talebe ve tüvânger ü bî-nevâya künh ü hakîkatle tedrîs ü ta‘lîm ve hattâ Özbek tâ’ifesinden ve diyâr-ı ‘Acem’den gelen katı vâfir zürefâ-yı İrân u Turan’a25 kendi zebânlarının hurdesini tefhîm buyurdukları cümlenin ma‘lûmudur. Mütercim-i fakîr Pertev-i pür-taksîr bin yüz yetmiş senesi meclis-i ders-i şeriflerine hâzır olup rûz-be-rûz nazar-ı iksirleri hakk-ı âcizânemde efzûn olarak (Beyt):26
Cenâb-ı hazret-i üstâddan alıp Pertev Bana bu feyz-i suhan andan iktisâb iledir şems-i tâbân-ı himmet ve ‘inâyetlerinden pertev alıp sâye-vâr hâk-i pây-ı devletlerinden bir ân münfekk olmaz iken zîr sutûrda mezbûr ve mestûr Moskov seferine azimetlerinden teşriflerine kadar dâ’ire-i devletlerinde emr ü irâdeleriyle tâlibân ü hâhişgerâna bu fenn-i şerif müzâkeresiyle imrâr-ı vakt ü zamân idüp târ-ı lü’lü’-yi sübha-i meclis-i ders-i sa’âdetlerinin27 bir ân güsiste vü perişân olmasına cevâz-dâde olmamışlar idi. Ve’l-hâsıl meclis-i ‘âlilerinden tahsil-i ma’ârif birle istifâde ve istifâze idüp be-kâm ve ta‘yin buyurdukları mahlaslarıyla be-nâm olanların hadd ü ‘adedi yokdur. Eger yalnız esâmisi kayd olunsa bir mutavvel defter olup bu mecellede bi-mûceb (4a) teksir-i sevâd olur mulâhaza olunmağla28 bu esnâda tesvid ü tebyiziyle meşğûl olduğum Tezkire-i Şu’arâ’da yegân yegân hazret-i âhûnd-ı âli-şânın ve gerek ihvân-ı ‘azizânın mufassal ve meşrûh terceme-i hâllerinden şerh u beyân eyledim. Tahsil-i vukûf etmek29 isteyen tezkire-i merkûmemize nazar buyursun. Tezkire30 Gelelim Pertevâ yine sadede. (Li-cenâb-ı müşârün-ileyh)31 Zer-i hâlis-‘ayârdır kalbim Sikke-i şehryâr var serde
N’ola fakr içre şâh isek pirem Efser-i tâcdâr var serde ebyât-ı şerifleri vefkince hâne-i devletlerinde oldukça ekser evkât sikke-pûş olup fukarâ-yı tarikat ile üns ü ülfet ve dem-i didâr sohbet-i cânı cihâna vermeyip (Beyt)
Zi-âheng-i makâmât-ı tarikat (5) her ki vâkıf şud Bülend ü pest-i reh râ perdehâ-yı sâz mi dânid nüktesi ma‘lûm-ı ‘ilm-i yakinleri olmakdan nâşi teşrif-sâz-ı meclis-i rûhâni-enisleri olan merdân-ı tarikat u ma‘rifete lâyıkıyla ikrâm ve iltifâtda32 taksir buyurmayup (Beyt)
Taleb-i vasl-ı tû dil mi koned ez-mahrem-i tû Çün fakiri ki be-danende-i iksir resed ol esnâda âmed-şud eden ba‘zı müteşeyyih-ı kutb-nümâ sayd-ı hümâ-yı zât-ı bi-hemâlleriçün zemin-i tezvire dâm u dâne-i33 dil-firib ilkâ etdikleri ma‘lûm-ı ‘ilm-i34 serire-dânları buyruldukda (Beyt)35
Murâd-ı hazret-i ‘aşkam ‘azîzim ben mürîd olmam Beni ey şeyh-i kâmil eyleyip irşâd ne eylersin diyü şîve-i şütr-gurbelerin latîfeye haml birle yine techîl itmeyip taltîf ve tatyîb buyururlar idi. Ve neş’e-i (4b) fitriyyeleri olan ‘aşk u şevk ve muhabbetle şebân-rûz hazîn hazîn güzâr ve sûz u güdâz izhârıyla (Beyt)36 Yanarım âteşe men dîde vü dil kulzum-ı hûn Allâh Allâh ne bu deryâlar ile sûz u güdâz ve nice buna mânend37 şi‘r-i âbdâr u dil-furûz inşâ buyururlar idi ki müstemi‘ini kâl hâlleriyle38 makâm-ı hayretde deng u lâl eylerler idi. (Beyt)39 Meclis-i âhû-nigâhânda hayrân Neş’et Bezm-i tasvîr-i gazâlânda Mecnûn gibidir rütbe-i derde şâyibe-i ‘aşk-ı mecâz istiş‘âr iden ihvân u ahibbâ i‘tikâdlarında tesliyete mesâğ u medâr olmak mülâhazasıyla keyfiyyet-i hâllerinden istifsâra cesâret eylediklerinde40 (Kıt‘a)
Şebistân-ı hayâlem tîre-mâh-ı enverim yokdur Dirîğâ hâle-veş âğûş-ı dilde dil-berim yokdur41
Gül-i maksûd ile gülşen-serâ her şahsa âmâli Müjemden gayrı âlemde benim berg-i terim yokdur42 diyü kâşif-i kınâ‘-ı şâhid-i râz olmayup lâkin (Beyt)
Keşf eder râz-ı derûnın gerçi âşık lâldir Hayret-i hüsn ile her vaz‘ı lisân-ı hâldir beyt-i şerifleri misillü ba‘zı nikât ile (Mısra’)
‘Âşıkın bir bilinmedik nesi var me’âlini pek de pinhân etmezler idi. Ve’l-hâsıl gâh sûz u gâh sâz ve gâh niyâz43-ı ihvân-ı ‘azîzân ile dem-güzâren44 olup der-i dâ’ire-i devletleri ehibbâ vü asdikâ ve gurabâ vü fukarâya dest-i ferâh-ı sehâ pîşegân-ı küremâ gibi güşâde ve hân-ı yağmâ-yı meclis-i ma‘rifet ve ‘inâyetleri mukîm ve mihmâna her dem u ân âmâde ve ni‘am-ı himem ve terbiyyetlerinden her bî-behre vü bî-nevâ rîze-çîn ü vâyedâr ve hünermend ü behremende kâse-lîs ü behredâr iken (5a) bin yüz seksen iki senesi vuku’ bulan Moskov seferine ‘uhdelerinde olan ze‘âmet iktizâsınca teşrifleri mu‘ayyen oldukda (Beyt)45
Budur ümîdim gazâda ‘avn-ı Hak’la düşmenin Serlerin gül-gonçe-i bâğ-ı sinân itsem gerek niyyetiyle ‘azîmet-i gazâ ve esnâ-yı râhda Defterdâr Efendi yemeklik ağalığı ile reh-peymâ-yı müsâferet olup (Beyt)
Neyem ğamgîn eger baht-ı siyeh âvâreem dâred Çü hâl-i hûb-rûyân (6) hoş-nümâyem her kucâ üftem kat‘-ı menâzil ve hayy-ı merâhil46 birle ordu mahalline vusûl ve anda dahı bir ân âsâyiş u râhat47 görmeyip gâh ‘asker-i zafer-peyker geçidine ve gâh zahâ’ir üzerlerine ve nice48 hıdemât-ı celîleleye me’mûriyyet birle kabûl-ı hâtır-ı hâs u ‘âmm olur evzâ‘-ı pesendîde ibrâz ve vâkı‘ olan ceng ü harblerde ekseri mevcûd olup49 ‘an-asl meşk ü ta‘lîm buyurdukları fenn-i50 esliha-i harbiyyeyi icrâ ile miyân-ı guzât ve mücâhidînde dahı mümtâz u ser-firâz oldular. Nice müddet yâr u yârândan dûr ve dâ’ire ve tebâr u hişândan mehcûr olmalarıyla ne mihnetlere düçâr ve ne meşakkatlere giriftâr oldukları müstağnî ‘ani’l-beyândır. (Kıt’a)51 Hasretle gözüm yaşı ki zîb-i çemen oldu Rûm illeri kûhsâr-ı Bedehş u Yemen oldu
Neş’et vatanım hâne-i zîn yâr-ı hem-âğûş Seyfî denilir nâmına bir sîm-ten oldu nazmına mümâsil Divân-ı şerîflerinde nice âsârları var idi ki52 manzûr-ı bâsıra-ı emâsildir. Ba‘dehû âstâne-i âliyyeye teşrîflerinde yine “kemâ kân”53 ihvân u ‘âşıkân ile sohbet u ülfet ve müzâkere ve müşâ‘areye meyl ü rağbet birle imrâr-ı vakt u ân buyurup (5b) şi‘r ü inşâdan dem uran yârân-ı hünerden nev-be-nev zuhûr ve burûz idenler meclis-i ‘âlîlerine gelip
Bahra vâsıl oldu cûlar cümle hâmûş oldular ve kendi cenâbları dahı evâ’il-i hâllerinden berü her ne mahalde Fârsî-hânân ve şi‘r-dânândan günbed-i felek-i minâ-renge nâ-reste-kilk u sî-murğ-ı ankâ-yı kâf-ı âşiyâna peşe ve sinek dimeye tenezzül etmeyen54 hod-sitânlarından biri mesmu‘ları olsa bi’z-zât teşrîf ü ziyâret buyurup vukû‘ı yok idi ki bir hod-pesend müşârün-ileyhi makâm-ı üstâdına55 iclâs eylemeye tâ ana dek56 ki vezîr-i
Aristo-tedbîr ve müşîr-i Sikender-zamîr Râğıb Mehmed Paşa merhûm hazretlerinin müntehabları olup sadârete teşriflerinde Hızır-huceste gibi ma‘an kudûm-ı sa‘âdetleriyle âstâne-i âliyyeyi müşerref iden reh-nümâ-yı kâfile-i ehl-i hidâyet ve pişvâ-yı reh-revân-ı tarîk-i hakîkât halefü’s-sıdk-ı silsile-i hâcegân hazret-i işân e’s-seyyîd Muhammed Emîn Efendi (Metta’anâllâhu te’alâ bi-tûli hayâtihi)57 Efendimiz hazretlerinin ‘ulûm-ı zâhirî ve bâtınîde bî-mu‘âdil ve inşâd-ı şi‘r ü inşâda bî-mümâsil oldukları ma‘lûm-ı ‘ilm-i ‘âşıkâneleri olmağın delâlet-i reh-ber-i tevfîk birle ziyâret-i ‘âliyyelerine teşrîf ve sâmi‘a-i cânı58 kelâm-ı hakâyık-beyânlarıyla teşnîf idüp meclis-i vâhidde nazar-ı feyz-eserleriyle özge âlem oldular. Hattâ ol zamân-ı dil-şâd-ı iktirâna59 kadar âteş-i ‘aşk-ı mecâz ile sûzân oldukları hissolunur iken andan sonra60 (Mısra’)
Hûbân-ı perî-peykeri şeytân görür oldum mısra‘ı misüllü âsârları be-dîdâr oldu. Müşârün-ileyh efendimiz hazretlerini “kemâ hûve hakkuhû"6 (6a) ta‘rîf ve senâya yârâ-yı iktidâr-ı ‘âcizânem olunmamağla (Mısra’)
Her çe gûyem be ez ânest çe gûyem u râ (7) mısra‘ı me’âlince izhâr-ı ‘acz ile ihtisâr olundu. Ba‘dehû Neş’et Efendimiz cenâbları ol zât-ı hamîde-sıfâtdan tarîk-i hidâyet-refîk-i Nakş-bendiyye üzre seyr-i sülûk ve müddet-i medîd kelâm-ı ma‘ârif-peyâmların mengûş-ı gûş-ı hûş buyurup cenâb-ı müşârün-ileyhe kendüleri65 her ne kadar ‘ubûdiyyet ve bendelik izhâr iderler ise sad-çendân iltifât u şefkat-i pederâneleriyle şermsâr olurlar idi. Ve sülûkları makâm-ı hilâfete resîde olup halîfe talebesini irşâda me’zun olmışlar idi.61 Lâkin zâhir hâlleri62 zî-‘Osmâniyânda olup miyânlarında hançer-i suğrânı Hayderî-sîret ve ‘Ömer-salâbet ve Bû Bekr-haslet harekât u sekenât ve tarz u etvârları kendü zâtlarına mahsûs ebnâ-i zamân miyânında bir Baba Neş’et derler. (Kıt’a)63
Âyîn-i hânkâh-ı dilim sırr-ı Hamzavî Hîç bir tarîk sâlikine vermez âh-ı râh
‘Azmin hicâz-ı ‘aşk ise uy isr-i Neş’et’e Eyle sülûk etme hemân iştibâh-ı râh nükteleriyle nice hâm-dilleri puhte ve nice dil-mürdeleri zinde ve ihyâ buyururlar idi. ‘Azîzleri müşârün-ileyh Efendimiz hazretleri mahmiyye-i
Burûsa’ya hicret buyurduklarında tarafeynden mürâselât ve mükâtebât ile râbıta-i muhabbetleri dü-bâlâ olup (Der-Y emenî pîş-i menî) sırr-ı nutk-ı64 şerîfi hüveydâ oldu. Ve bu esnâda haftada birkaç gün evkâtların65 kibâr-ı meşâyih-i ‘asra Mesnevî-i şerîf müzâkeresine (6b) hasr edip ve safâ-yı vakitleri oldukça Tufân-ı Ma‘rifet nâmında bir te’lîf-i bedî‘-i ma‘ârif-beyânla meşğûllardır ki Buhârî Bî-dil-i Hind-zâdın Tûr-ı Ma‘rifef ine cevâb vâkı‘ olmuşdur. Hakkâ ki zemînine kat be-kat ğâlib olduğu erbâb-ı dâniş u vukûfa hafî degildir. Evâ’il-i hâllerinden bu âna kadar çekîde-i hâme-i sihr-âferînleri olan eş‘âr u âsârları ser-â-ser ‘âşıkâne vü nâzikâne ve muhayyel ü munakkah vâkı‘66 olduğundan başka eslâfdan bir ferdin isrine ittibâ‘ etmemişlerdir. Ancak elsine-i selâsede istedikleri vâdîde kâlıb-ı elfâza ma‘ânî-i rengîn ile tâze cân verirler. Hattâ Es‘ad-ı Bağdâdî’nin ol diyâra mahsûs lisân ve levendâne elfâz ile vurûd eden gazeline cevâb (Kıt‘a)
Kılıcı kanlu eli kanlu dili kanlu güzel Çeşm-i cellâdı yamân cân alıcı kanlu güzel67
Kahramân-ı nigehi gibi Celâlî meşreb Bir levendâne-revişlü geliş Osmânlu güzel nazîreleriyle el-hak zemînine fâ’ik olduğu ve bahr-ı muhît-i ‘ulûm-ı şattâ Râğıb Mehmed Paşa merhûmun (Mısra’)
‘İrfân ile mahsûd-ı kirâm-ı vüzerâyız dedikleri gazele (Mısra’)
Bir şâ‘ir-i şûrîde-edâyız ne gedâyız cevâbları misillü ve şu‘arâ-yı ‘asr ve selefe nazîre ve cevâblarında olan ğalebe ve sebkatları zemîn gazeller ma‘lûmları olup Divân-ı şeriflerin mutâla‘a iden yârân-ı suhandâna ‘ayândır. (Beyt)68
Sad-hezârânı gelür gülşen-i ma‘nînün lîk Neş’egâh-ı suhene bir dahı Neş’et gelmez Hakkâ ki (8) zât-ı yek-tâ-güher vucûd-ı nâzenînleri (7a) kân-ı ‘âlem-i imkâna bir gelenlerdendir. El-ân bâlâda tahrîr ü beyân olunduğu üzre tâlibân-ı ‘âşıkâna tedris ü ta‘lîme sarf-ı himmet ve ‘akıbet-i müzâkerede gül-bâng-i du‘âlarına resîde-i tâk-ı isticâbet etmek üzeredirler.69 Hemân cenâb-ı ahadiyyet nice müddet vucûd-ı ‘inâyet-âlûdlarına ‘ömr ü ‘âfiyet ihsân edip himmet-i terbiyet-eserlerin nice kem-mâyegâna mâye-i feyz-i ma‘rifet eyleye âmîn sümme âmîn. Bi-câhi’n-nebiyyi’l-emîn.70 Bin ikiyüz senesi Dîvân-ı şerifleri tertîb ve tebyîz olundukda inşâd olunan târîhdir. Târîh-i hatimetü’d-Dîvân.
Hamdu’lillâh eser-i hazret-i üstâdın ben Cem‘ine kaydına tertîbine etdim hıdmet
Hele bu tercemeye dahı muvaffak oldum Leng ü lûk eyleyerek çünkü bu sa’y u tâkat71
Cevherî harf ile tahrîr ederken Pertev Didi târîhini Dîvân-ı şerîf-i Neş’et
Hâce Neş’et Efendi’nin terceme-i hâline zeyl-i ‘âcizânedir.72
Müşârün-ileyh Neş’et Efendi hazretleri bu fakîrin velîyyü’n-ni‘meti ve hâce-i ekremi olan Kahyâ-zâde Muhammed ‘Ârif Mollâ Efendimiz hazretlerinin Farisî hâceleri olup feyz ü fazl u kemâllerini ve sehâvet-i insâniyyetlerini bu kullarına nakl buyururlar idi. Şöyle ki hâne-i devletlerinden hîç bir zamân misâfir ü gurebâ eksik olmaz ve her tâkım misâfirin lokması ayrı çıkar ve hıdmetine başkaca rü’yet olunur imiş. Meselâ sofda ve talebenin odası ve lokması ayrı. Bektaşiyyeden olursa odası ve lokması ayrı. Tarîk-i ‘aliyye-i sâ’ireden olursa yine odası ve lokması ayrı verilir. Kezâ ve kezâ böyle imiş. Mahsûs-ı lihye-i şerîf sa‘âdet odası olup vakt-i mahsûsunda açılır ziyâret olunur imiş. Meclis-i devletlerine hem zâhir-bîn sofîler ve hem rind-i ma‘nevîler gelirler imiş. Kendileri çubuk içerler imiş. Meclislerinde sofîlerden biri bir gün “Efendim cennetde mankal-i âteş yok. Siz orada çubuğu nereden yakarsınız?” diye harf-endâz-ı i‘tirâz oldukda bilâ-mülâhaza “Size kebâp pişen ocakdan yakarız.”diye sofîye cevâb-ı latîfe buyurmuşlardır.
“Keşf ü kerametlerinden dahı nakl buyurular idi. Çünkü müşârün-ileyh hazretleri şâkirdân ve bendegânından ba‘zılarına ba‘zı münâsib iş buyururlar imiş. Hâce efendimiz hazretleri dahı - Âh ne olur bana da bir iş buyursalar da görsem- diye gönüllerinden tutarlar imiş. Derken bir de “Ârif Mollâ! Sizin yolunuzun üstündedir. Şu nezirleri al da geçerken Emîr Buhârî hazretlerinin dergâh-ı şeriflerinde odaların çıraklarına koyuver” demişler. “Peki efendim (9) dedim. Memnûnen aldım o hıdmeti edâ etdim diye “Güle güle.” buyururlar idi. Çünkü Hâce Neş’et Efendi hazretlerinin devlet-hâneleri İstanbul’da Yüksek Kaldırım civârında ve Hâce Efendimiz hazretlerinin semt-i ‘âlîleri dahı pederlerinin sağlığında o vakit yine İstanbul’da Çarşamba taraflarında olduğundan Emîr Buhârî hazretlerinin dergâh-ı şerîflerinden pây-ı hâl geçilecekdir.
Bir gün meclis-i ‘âlîlerinde (ed-dünyâ mezra’atu’l-ahire)73 hadîs-i şerifinden bahs u kelâm olunurken bu neş’ede el-ân cârî olan herkesin akvâl ve ef âli ‘aynı ‘aynına gûyâ âyîneden ‘aks eder gibi öteki neş’ede zâhir ve mevcûd olur. İşte ben şimdi şu hücredeki duran elmâs-tırâş bardağı bir fakîre veririm. Yine bu bardağı cennet hücresinde aynı aynına bulurum. Diye buyururlar imiş.
(Hikâyet)
Müşârün-ileyh hazretleri hâk-i pâylarına derse gelen genç çocuklara: “Tekyelere dadanmayın, dervîşlerle görüşmeyin, kaleminize me’mûriyyetinize işinize devâm edin.” diye pend ü nasîhat buyurular imiş. Zirâ gençlikde tahsîl-i hüner ve tahsîl-i me’mûriyet lâzımdır.
(Hikâyet)
Bir gün mclis-i ‘âlîlerinde Hallâc-ı Mansûr’un “ene’l-Hak” dediği menkabeden açılıp kelâm olurken huzzâr-ı meclisden ba‘zı sofûler: Hîç “ene’l-hak” denir mi? dediklerinde müşârün-ileyh hazretleri “Ya ne desin, ene’l-bâtıl mı desin? deyince iskât olmuşlardır.
(Hikâyet)
Meclis-i ‘âlîlerine ders için gelen sofûlardan birisi bir gün: “Efendim Farisîyi cehennem lisânıdır diyorlar, öyle midir?” diye mu‘azzıbâne su’âl etdikde müşârün-ileyh hazretleri: “Eger öyle dedikleri gibi ise yine öğrenmek lâzımdır. Zîrâ nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Eger cehenneme gider isek ehl-i cehennemin lisânını bilmemek de bir ‘azâb-ı dîger olur.” diye cevâb-ı hoş buyurmuşlardır.
(Hikâyet)
Bir gün Hâce Efendimizin meclis-i ‘âlîlerinde ağzı bozuk Farisî-hânlardan şikâyet ve Şâhidî merhûmun dîbâcesinde (Beyt)
Hudâ kahr eylesün ol câhili kim Okudur nazmı kej olup mu‘allim
Ana kim olmadı manzûm makdûr Çü ta‘lîm etmek ister bâri mensûr ağzı bozuklara olan du‘â-i ‘aleyhinin kelâmı olurken Farisî-hânlık muhaddislik gibi kavldir. Hâce Neş’et kavli olmalı ve Farisî okudan İstanbullı şehrî olmalı. ‘Acem’den okuması makbûl degildir.” diye Hâce Neş’et (10) Efendi hazretlerinin Fârisîde imâm ve me’haz ve merci‘-i enâm olduklarını kendüleri kütüb-hâne-i ‘âlem gibi oldukları halde nakl u rivâyet ve medh u senâ buyurular idi. Hâsılı Rûm’da öyle Fârisî hâcesi gelmemiş dense ‘acîb ve ğarîb olmayup sezâ ve ahrâdır. “Pertev Efendi” merhûm tertîb-i Dîvân etdikden sonra zât-ı ‘âlîleri tâlibân-ı feyz ü ma‘ârif olan kâbilân ve müsta‘idâna yigirmi iki yıl dahı hayât-bahşâ olmuşlardır. (Kaddese’llâhu sırrehu’l-azîz)
Müşârün-ileyh hazretlerinin kabr-i şerîfleri Topkapu hâricinde doğru hasta-hâneye gidecek yolda sağ tarafda Topkapu’sından takriben dört yüz hatve kadar bu‘dında vâki‘dir. Muntazam som taşından yapılmış bir sofa derûnundadır. Pehleli baş ayak iki büyük direk taşı vardır. Baş taşından bu târih
yazılıdır. Sofası yüksekdir. Sofanın ittisâlinde ulu büyük bir ağac vardır. (Târîh budur):74
Hazret-i âhûnd-i zî-şân reşâdet-iktirân ‘Âlim-i ‘ilm-i ledün Neş’et Süleymân-ı zamân
Neş’e-yâb idi mey-i ‘aşk-ı Celâlü’d-dîn’den Meslegi idi velî âyîn-i pâk-i hâcegân
Hind ü Sind ü Mekke vü Bathâ Buhârâ’dan gelen Bî-nevâyâna der-i lutfi iken dârü’l-emân
Teng olup bu hâkdân-ı pür-küdûret zâtına Oldı çün Rûhü’l-kudüs tâ ‘âlem-i kudse revân
Nakş-bendî nezri itmâm eyledi târîhini Oldı Baba Neş’et’e a‘lâ-yı ‘illiyyîn mekân Müşârün-ileyhin pederi Ahmed Refî’â Efendi dahı o sofa derûnundadır. Târîhi budur: 1163.
Ve ceddi Muhammed Efendi dahı oradadır. Târîhi budur: 1110; Sene 1294 fî 7 Cumâde’l-ûlâ.
BEKTAŞ, Ekrem (2007), Muvakkit-zâde Pertev Divânı, Malatya: Öz Serhat Yayıncılık.
CANIM, Rıdvan (1995), Edirne Şairleri, Ankara: Akçağ Yayınları.
GENÇ, İlhan (1996), Hoca Neş ’et Divânı, İzmir
GİBB, E. J. Wilkinson (1999), Osmanlı Şiir Tarihi -A History Of Otoman Poetry- C. III-V, (Ter: Ali Çavuşoğlu), Ankara: Akçağ Yayınları.
GÜRER, Abdulkadir (2000), “Şeyh Gâlib Hakkında Yeni Bilgiler”, Türkoloji Dergisi, XIII. C. I. Sayı, s. 203-225, Ankara:
GÜZELYÜZ, Ali (1997), “Hoca Neş’et’in Hayatı, Eserleri ve Tûfân-ı Ma’rifet’teki Tasavvufî Görüşleri”, İlmî Araştırmalar, 5, s. 167-175, İstanbul:
Hoca Emin Efendi (1294), Kethudâ-zâde Efendi’nin Terceme-i Hâline Zeyl, İstanbul
Muallim Naci, (1986), Osmanlı Şairleri, (Haz. Cemal Kurnaz), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Muvakkit-zâde Pertev (1253), Dîvân-ı Pertev, Bulak:
PALA, İskender (2007), Kudemânın Kırk Atlısı, “Öylesine Bir Hoca”, İstanbul: Kapı Yayınları.
OĞRAŞ, Rıza (1991), Hoca Neş ’et Dîvânı (İnceleme ve Tenkitli Metin) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul
Süleymân Neş’et, Dîvân-ı Neş ’et, DTCF. Ktp. Yaz. M. Ozak I, No: 783. Şerh, Şerh-i Yek Beyt-i Hazret-i Üstâd, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Hazine No: 854.
Bu yazı, 16-18 Ekim 2009 tarihinde Mardin’de düzenlenen “V. Klâsik Türk Edebiyatı (Prof. Dr. Harun Tolasa Hatırasına) Sempozyumu”nda sunulan bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş şeklidir.
Pertev’in hocasının hayat hikâyesini anlattığı biyografi, bu yazıda Dibâce kısaltmasıyla verilmiştir.
Dibâce metni, Ankara Üni. DTCF Kütüphanesi Yazmaları M. O. I- 783’da kayıtlı Hoca Neş’et Divânı esas alınmış ve Hoca Emin Efendi’nin Kethüdâ-zâde Efendi’nin Terceme-i Hâline Zeyl-i Âcizânedir adlı eserdeki matbu metinle karşılaştırlmıştır.
Pertev’in bu bilgilerini doğrulayan şahıslardan biri de Hoca Neş’et’in rahle-i tedrisinde yetişen Mirzâ Abdulkâdir-i Buhârî’dir. Bkz. 3.dipnot.
1S6
Hoca Neş’et ile ilgili anlatılan bu hikâyeler, daha önce bazı kitaplarda yazıldığı için burada tekrar edilmeyecek; ancak Hoca Emin Efendi’nin yazdığı zeyl çevriyazı metnin sonuna ilave edilmiştir.
Hâce Neş’et Efendi (k.s.) hazretlerinin ba‘zı menâkıbla berâber terceme-i hâlidir. Müşârün-ileyhin bendegânından merhûm Pertev Efendi’nin kalemiyledir. K
İnsana bilmediklerini belleten., Kur’ân-ı Kerim, Alak, 5.
e’ş-şehir P: el-müştehir K.
olduklarından P: oldukdan K.
musâhib-i P: musâhabet-i K.
merhûmât-ı cennet-mekân K: merhûmân-ı cennet-nigehân P.
mahall-i merkûnun P: mahmiyye-i merkûmenin K.
dek P: K’da yok.
secc ü ‘acc P: ‘acc ü secc K.
Efendimiz hazretleri P: Efendimizin zât-ı ber-güzîdeleri K.
“Gökteki güneş gibi.” anlamında Arapça bir ibare.
çok vakit geçmeyüp P: bir az müddet sonra K.
Bu dua cümlesi K’da yok.
hazretleri P: K’da yok.
fahrü’l-ulemâ K: P’de yok.
kibâr-ı P: K’da yok.
söylerler P: söyler K.
bedî’-nigârlaryla P: bedâyi’-nigârların K.
kıt ‘adır K: kıt ‘a P.
Turan’a P: Turan K.
Beyt P: li-mütercimihı K.
sa’adetlerinin P: ma‘rifetlerinin P.
olunmağla P: olmağla K.
etmek P: K’da yok.
Tezkire P: K’da yok.
Li-cenâb-ı müşârün-ileyh K: P’de yok.
ikrâm ve iltifâtda P: ikrâmda K.
dâm u dâne-i P: dâne-i K.
‘ilm-i K: P’de yok.
Beyt P: Beyt li-nâzımihi K.
Beyt P: velehu Beyt K.
mânend P: benzer K.
kâl hâlleriyle P: K’da yok.
Beyt P: velehu beyt K.
eylediklerinde P: eyledikde K.
hâle-veş P: hâle-i K.
Bu beyit P’de yok.
gâh niyâz-ı P: gâh niyâz u gâh nâz-ı K.
güzerân P: güzer K.
4S Beyt P: Velehu beyt K.
kat‘-ı menâzil ve hayy-ı merâhil P: kat‘-ı merâhil ve tayy-ı menâzil K.
âsâyiş u râhat P: râhat u âsâyiş K.
nice P: gâh ba‘zı K.
olup P: bulunup K.
fenn-i P: K’da yok.
Kıt’a P: Velehu Rubâ‘î K.
var idi ki P: mesbût idügi K.
“Olduğu gibi” anlamında Arapça ibare.
etmeyen P: eylemeyen K.
5S üstâdına P: üstâdiyete K.
dek P: kadar K.
Allâh ona uzun ömür vererek bizi de faydalandırsın.
cânı P: cihânı K.
dil-şâd-ı iktirâna P: dil-şâda K.
kendüleri P: K’da yok.
olup halife talebesini irşâda me’z’un olmışlar idi P: oldığı cây-ı iştibâh degildir. K.
Lakin zâhir hâlleri P: Ancak zâhirî K.
Kıt’a P: Velehu nazm K.
sırr-ı nutk-ı P: nutk-ı K.
evkâtların P: K’da yok.
vâkı‘ K: P’de yok.
cân P: kan K.
Beyt P: Velehu beyt K.
Bu cümlenin tamamı P’de yok.
Güvenilir Muhammed hürmetine.
Bu sa’y P: be-vas‘ K.
Başlıkta da ifade edildiği gibi bundan sonraki kısım Pertev’in yazdığı haltercümesine Hoca Emin Efendi tarafından yazılan zeyldir.
Dünya ahretin mezrasıdır.
Pertev’in Hoca Neş’et’in ölümü üzerine düşürdüğü tarih, dibâce metininden önce değerlendirilmiştir.